Hastalıklar kış aylarında daha sık yakalanmaktayız. Bunun nedeni ise kendimizi soğuk havadan korumamaktır. Açık alanlarda kalın giysiler giyerek korunsak da yalıtımsız dairelerimizde yaşanan hastalıklara engel olamamaktayız.
Yalıtımsız evlerde duvarların yüzey sıcaklığı vücut sıcaklığımızın çok altında kalıyor. Vücudumuzda ısı kaybı gerçekleşiyor, üşüyor ve hastalanıyoruz. Ayrıca ısı yalıtımı, evlerde nemden kaynaklanan küf, rutubet ve mantarı önleyerek bu oluşumların astım, alerji gibi hastalıkları tetiklemesine de engel oluyor.
Oda içerisinde sıcaklık açısından sağlıklı bir ortamın sağlanması için ortam sıcaklığı ile iç duvar yüzey sıcaklığı arasında en fazla 2-3 °C´lik bir fark olması gerekiyor. Yani ortam sıcaklığı 20 °C ise iç yüzey sıcaklığının 17 °C´nin altına düşmemesi gerekiyor. Ancak yalıtımsız binalarda bu fark çok daha büyük olunca içeride bir hava hareketi gerçekleşiyor. Böylece hem içeride dolaşan soğuk hava hem de hareket eden gözle görülmeyen toz parçacıkları insan sağlığını olumsuz etkiliyor.
Dairelerde de aynı dışarıda yaptığımız gibi kalın giyinerek hastalıklardan korunsak da ısınmak için harcadığımız doğalgaz, kömür gibi maddeler çevre kirliliği ile bizleri tekrar hastalığa davet etmektedir.
Isı yalıtımı olmayan binalar, ısınma ve soğutma için ortalama yüzde 50 daha fazla fosil yakıt tükettiği için sera gazı salımı hızla artıyor. Bu durum asit yağmurları, ozon tabakasının incelmesi ve hava kirliliği gibi pek çok soruna neden olarak küresel ısınmayı tetikliyor. İçme sularının da bozulmasıyla hayvan ve bitkiler zarar görüyor.
Hava kirliliği ise astım, kronik bronşit gibi solunum yolu hastalıklarına ve alerjilere yol açıyor. Oysa yüzde 50 daha az çevre kirliliği anlamına gelen ısı yalıtımı, insanların daha sağlıklı bir hava teneffüs etmelerini sağlıyor, küresel ısınma ile mücadeleye katkıda bulunuyor.